Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Cengiz, Dünya Baş Boyun Kanserleri Günü’ne ilişkin olarak BusinessMED’e açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Cengiz, tanı ve görüntüleme yöntemlerindeki önemli gelişmeler sayesinde baş boyun tümörlerinin iyileşme ve sağ kalım oranlarının gittikçe arttığını söyledi.
Baş boyun kanserleri ile ilişkili birincil risk faktörleri nelerdir?
Genel olarak baş boyun kanserlerinin etiyolojisinde sigara ve tütün ürünleri en önemli risk faktörleridir. Gelişmekte olan ülkelerde ve ülkemizde sigaraya bağlı tümörler en sık görülmektedir. Alkol de önemli risk faktörleri arasında yer almaktadır. Özellikler sigarayla birlikte alkol tüketimi hastalığının görülme sıklığını çok artırmaktadır.
Sigara ve tütün ürünleri dışında, son yıllarda HPV enfeksiyonu önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan papilloma virüsü (HPV) özellikle orofarinks dediğimiz yutak bölgesi kanserlerine neden olmaktadır. Sigara içiminin az olduğu gelişmiş ülkelerde bu viral enfeksiyon en önemli risk faktörüdür. Son yıllarda ülkemizde de bu enfeksiyona karşı geliştirilen aşıların yapılması hastalığın oluşmasını önemli ölçüde azaltmaktadır. Diğer bir viral enfeksiyon (EBV) nazofarinks gelişmesinde önemli risk faktörü olarak yer almaktadır. Ülkemizde nazofarinks kanserli hastaların önemli bir kısmında EBV virüsü görülmektedir.
Bu faktörler dışında, nadir risk faktörleri bulunmaktadır. Endüstriyel olarak nikel, talaş, veya aromatik hidrokarbonlara maruziyet ve radyasyon maruziyeti de risk faktörleri arasındadır. Uygun olmayan diş protezleri ve oral hijyenin iyi olmaması insidansi artırmaktadır.
Yoğun güneş maruziyeti cilt kanserleri ve dudak kanserleri riskini artırmaktadır. Bu nedenle yazın güneş koruyucu kremlerin kullanılması yararlıdır. Ayrıca vitamin A eksikliğinin de baş boyun kanserleri riskini artırdığı bilinmektedir.
Baş boyun kanserlerinin erken teşhisinde hangi ilerlemeler kaydedildi? Bu yenilikler prognoz ve sağkalım oranlarını nasıl etkiliyor?
Baş boyun kanserlerinin erken tanısında tarama programları önerilmemektedir. Bu nedenle halkımızın farkındalığının artması için erken tanı son derece önemlidir. Üç haftadan daha uzun süreli ses kısıklığı olması, boyunda şişliklerin ortaya çıkması, iyileşmeyen burun tıkanıklığı, nazal konuşma, ciltte dudakta iyileşmeyen yaraların ortaya çıkması durumunda vakit kaybetmeden kulak burun boğaz uzmanına başvurulması çok önemlidir.
Son yıllarda endoskopik tanı yöntemlerinde, görüntüleme yöntemlerinde önemli gelişmeler olmuştur. Böylece lezyonlar çok küçükken dahi tanınabilmektedir. Ülkemiz şartlarında bu tanısal yöntemlere ulaşmak nispeten kolaydır. Ancak yine de eski klasik yöntemler olan fizik muayene ve ayrıntılı anamnezin yerini hiçbir yöntem almamaktadır. Viral etiyolojinin araştırılması son yıllarda geliştirilen kitler sayesinde oldukça hızlı ve güvenli olarak yapılmaktadır. Bu da orofarinks ve nazofarinks kanserlerinin erken tanısında oldukça yararlı olmaktadır. Bu ilerlemeler sayesinde, baş boyun tümörlerinin iyileşme oranları ve sağ kalım oranları gittikçe artmaktadır.
Üç haftadan daha uzun süreli ses kısıklığı olması, boyunda şişliklerin ortaya çıkması, iyileşmeyen burun tıkanıklığı, nazal konuşma, ciltte dudakta iyileşmeyen yaraların ortaya çıkması durumunda vakit kaybetmeden kulak burun boğaz uzmanına başvurulması çok önemlidir.
Baş boyun kanserlerinin tedavisinde mevcut standart uygulamalar nelerdir?
Baş-boyun bölgesi, beş duyumuzun yer aldığı, aynaya baktığımızda ilk gördüğümüz, kimliğimizi oluşturan en önemli bölgedir. Dış görünüşün yanı sıra, konuşma, yutma, koklama, işitme, görme gibi birçok önemli fonksiyon bu bölgede yer almaktadır. Bu nedenle, bu bölgedeki kanserlerin tedavisinde iyileşmenin yanı sıra bu fonksiyonların korunması ve kozmetiğin korunması çok önemlidir.
Baş boyun bölgesi kanserlerinin standart tedavisinde üç temel yöntem karşımıza çıkmaktadır. Bunlar cerrahi, kemoterapi ve radyoterapidir. Hastalığın durumuna göre ve hastanın isteğine göre yöntemlerden biri veya birkaçı tedavi seçeneği olarak uygulanmaktadır. Genel olarak baş boyun kanserlerinin tedavisinde ilk seçenek cerrahi olarak görülmektedir. Ancak cerrahi yan etkilerin yüksek olacağı durumlarda radyoterapi diğer bir opsiyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Kozmetik sonucun kötü olacağı kritik yerleşimli cilt kanserlerinde, organ ve fonksiyon kaybına sebep olabilecek cerrahi yaklaşım gerektiren paranazal sinus tümörleri, orofarinks tümörleri ve larinks tümörleri tedavisinde radyoterapi özellikle eş zamanlı kemoterapi ile birlikte cerrahiye alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır.
İlerlemiş hastalıkta genel olarak kombine tedaviler uygulanmaktadır. Bu durumda genellikle cerrahi, takiben radyoterapi ve kemoterapiler uygulanmaktadır.
Baş ve boyun kanserleri için tedavi gören hastaların yaşam kalitesini sürdüğümüzde karşılaşılan en büyük zorluklar nelerdir?
Bu hasta grubunda, tedavi sonrası en sık konuşma ve yutma bozuklukları karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca hastalarımızda, endokrin bozukluklar, tat bozukluğu, ağız kuruluğu, bunlara bağlı depresyon, sosyal yalnızlık gibi sorunlar sık olarak görülmektedir. Bu hasta grubunun tedavisinde diş hekimi, yutma ve konuşma terapisti, diyetisyen, psikoloji gibi branşlarla çok yakın olarak çalışmaktayız. Bu branşların hasta rehabilitasyonunda çok önemli yardımları olmaktadır.
Baş ve boyun kanserlerinde umut vadeden araştırma alanları nelerdir?
Genel olarak kanser tedavisinde son yıllarda genetik çalışmalar oldukça önemlidir. Hem hastalığın etiyolojisinin belirlenmesinde, hem de hedefe yönelik tedavilerin geliştirilmesinde kanser genetiği çalışmaları önemli aşamalar kaydetmiştir. Bu sayede hastalık tanındıktan sonra tedavi seçiminin bireyselleştirilmesi, hastaya en uygun en etkili tedavinin belirlenmesi mümkün olacaktır. Yine bu genetik araştırmalar, hastalığın erken tanısında, hastalığın izleminde önemli bilgiler sağlamaktadır.
Son yılların en önemli araştırma alanlarından biri de tümör mikrobiatasidir. Ağız boşluğu, nazal boşluk, paranazal sinüs bölgelerinde belli mikroorganizmalar bulunmaktadır. Bunlar bizimle birlikte yaşayan normal floramızdır. Flora, insandan insana farklılıklar gösterebilmektedir.
Son yıllardaki araştırmalar bazı mikroorganizmaların belli kanserler gelişen hastalarda daha sık olduğu dikkati çekmiştir. Bu mikroorganizmaların ortamdan uzaklaştırılmasının kanser tedavisinde yararlı olabileceği düşünülmektedir. Kanser oluşumuna engel olan mikroorganizmaların artırılmasının, kısaca normal flora değişikliğinin yararlı olabileceğini gösteren çalışmalar yapılmaktadır.
Tedavi sonrası en sık konuşma ve yutma bozuklukları karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca hastalarımızda, endokrin bozukluklar, tat bozukluğu, ağız kuruluğu, bunlara bağlı depresyon, sosyal yalnızlık gibi sorunlar sık olarak görülmektedir.
Diğer önemli çalışmalar hedefe yönelik tedaviler ve immünolojik tedavilerdir. Kanser hücreleri, vücudumuzun savunmasını baskılayarak gelişmektedir. Bu baskı mekanizmalarının ortadan kalkmasıyla vücudumuz kanserle savaşabilmektedir. Tümörün uyguladığı bu fren mekanizmalarını ortadan kaldıran immünolojik tedaviler geliştirilmiş ve birçok kanser grubunda başarılı olmuştur. İmmün tedavilerin, baş-boyun tümörlerinde kullanımıyla ilgili birçok klinik çalışma devam etmektedir.
Son olarak, Batı ülkelerinde sık görülen HPV ile ilişkili tümörlerde, yan etkileri azaltmak için, tedavi yoğunluğunu azaltıcı, daha az radyoterapi ve kemoterapi uygulaması ile tam iyileşmeyi hedefleyen tedavilerle ilgili yoğun çalışmalar yapılmaktadır.